۱۳۹۴ شهریور ۲, دوشنبه

hamam yümezsi

Hamamda yüzme dersi

Ali Vafi kullanıcısının resmi
Altı aydır hamama gidelim diye tutturmuştuk. Sonunda gitmeye karar verdik. Eskişehir'in hamamları çok meşhurdur. İnsanlar sağlık sorunları için bu şifalı hamamlardan faydalanırlar... Saat 14.30’da eşyalarımı hazırladım. Buluşma yerine geç kalmamak için dolmuşa bindim. Buluşma saatimize iki dakika kala İranlı arkadaşın çalıştığı mağazanın kapısının önüne vardım. Baktım, ortalarda kimse görünmüyor.
. Mağazayı dolaşan birkaç aile vardı. İranlı arkadaşım, onlarla hararetli hararetli konuşuyor, müşterilerini memnun etmeye çalışıyordu. Benim geldiğimi ve özellikle de zamanında geldiğimi bilsin diye kendimi ona göstermek için müşterilerin ortasına daldım. Selam verdim, selamımı almadı. Müşterileriyle pazarlığa dalmıştı. Bir daha selam verdim, gene duymadı. Üçüncü de ancak duydu. Sadece “merhaba” der gibi başını salladı. Ben de mağazadan çıkıp dışarıda beklemeye karar verdim. Kendi kendime de:
-Gitmekten vaz mı geçtiler acaba bunlar? Diye söyleniyordum.
Mağazanın içindeki müşteriler öyle hararetli ve yüksek sesle pazarlığa girişmişlerdi ki neredeyse birbirlerine yumruk atacaklardı. Sonra baktım müşterilerden biri cüzdanından para çıkarıp arkadaşıma verdi. Arkadaşım cep telefonuyla eşya yüklemek için bir araba çağırdı.  Araba az sonra geldi. Eşyaları kasasına yüklediler. Araba gidince arkadaşım rahat bir nefes alıp dışarıya, yanıma geldi.
-Artık Iraklılar ve Suriyelilerle nasıl pazarlık edeceğimi öğrendim. Dedi gururlu gururlu güldü.
Benim aklımda hâlâ hamama gitme düşüncesi vardı. Ona ne cevap vermem gerektiğini bilemedim. Sustum. Arkadaşım cevap vermediğimi görünce konuşmaya devam etti:
-Ben mecburum 200 liralık eşyayı 400 liraya satmaya. Çünkü benimle pazarlığa girişiyorlar. Öyle olunca ben hem malı gerçek fiyatına satmış oluyorum hem de müşteri pazarlık yapıp indirince mutlu oluyor. Arkadaşımın yüzüne baktım. Hamama gitmekten bahsetmiyordu hiç.
-Gel çay içelim. Mehmet bize iki çay getirsene, diye içeriye bağırdı.
O ara ben de sigaramı çıkardım. Bir sigara da ona verdim. Yumuşak bir şekilde,
-Hamama gidecektik ne oldu? Vaz mı geçtiniz yoksa? Dedim.
-Yok, vaz geçmedik, gideceğiz, fakat saat dörtte gideceğiz.
-Saat iki de gidecektik, sen şimdi saat dörtte diyorsun. Bana neden haber vermedin?
-Sen zaten çalışmıyorsun. Senin için fark etmez diye düşündüm.
-Bilseydim, dolmuşla gelmezdim. İki liram cebimde kalırdı. Ya da biraz evde uzanır öyle gelirdim.
-Ne olmuş canım biraz erken geldiysen? Benim yanımda mutlu değil misin?
O sıra Mehmet iki çay getirdi.
-Hadi çayını iç.  Diyerek diğer arkadaşlara telefon etmeye başladı.
Saat 16.15’de ikinci arkadaş geldi. Bu arkadaş siyasi konularda doktora yapmıştı. Bir siyasi derneğin de başkanlığını yapmaktaydı. Yani hem doktor hem başkandı, ama düzgün konuşamayan, yazamayan biriydi. Yazarken beş cümle yazsa altı yanlışı çıkardı.
Birkaç dakika sonra üçüncü arkadaş da geldi. Bu arkadaş da “ben İran Hükümetine düşmanım” derdi ama bazı arkadaşlar onun borçlarını ödeyemediği için İran’dan Türkiye'ye kaçtığını söylerlerdi.
Saat 17'ye doğru dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci arkadaşlar da geldiler. Bunlardan birisi 14-15 yaşındaki oğlunu da yanında getirmişti.
Mağaza sahibi arkadaş onlara sordu:
-Neden vaktinde gelmediniz?
-Türkiye'de saat değişik!
Bunu duyunca hepimiz birbirimize şaşkın şaşkın baktık. Mağaza sahibi arkadaş:
-Doğrudur. Türkiye'de de İran'da olduğu gibi saatleri ileri geri alıyorlar.
O ara sekizinci arkadaşımız da geldi.
Mağaza sahibi arkadaş:
-Hadi gidelim artık. dedi
-Diğer arkadaşlar gelmeyecek mi?
-Sus! Sesini çıkarma. Hadi gidelim! Diye kızdı bir arkadaşa.
-Diğer arkadaşa ne oldu? Diye fısıltıyla sordum.
-Sen istersen onu bir ara. Benim haberim yok ondan.
 Bu dediğim arkadaş, Eskişehir'de tanınmış biriydi. Ben onunla birlikte hamama gitmek istiyordum. Ona telefon ettim. Neden gelmediğini sordum.
-Sekiz lira hamam parası vermek istemiyorum. Dedi bana.
-Gel ben vereyim senin paranı. Benim misafirim ol.
-Sen çok mu kolay para kazanıyorsun ki, böyle har vurup harman savuruyorsun? Dedi bana sitemle.  Ben Akşamdan sabaha dek, hamur açıp, çörek yapıyorum, sadece 25 liraya. Hamam parasını nereden bulayım?
-Evde banyo yapınca sanki bedava mı oluyor? O zaman da su ve elektrik harcıyorsun...
-Ben hamama sadece ayda bir kere gidebiliyorum.
-Sen başbakan olsan hamama gitmeyi de yasaklarsın.
Güldü. "Güle güle" diyerek telefonu kapattı.
Beraber olduğumuz grupla Eskişehir'in Hamam Yolu Caddesine girdik. Orada birkaç tane hamam vardı. Hangisine gireceğimizi bilemedik. Herkes kendi istediği hamama girmemizi istiyordu. Ama hiçbirinin daha önce bu hamamlara girmişliği yoktu. Hepsi de ilk kez hamama geliyordu.
Arkadaşlardan biri hamamın birini çok övdü. “İllaki bu hamama gidelim” dedi.
-Bu hamam müşterilerine hem ücretsiz çay veriyor, hem de ellerine bir kart veriyor. O kartla ikinci kez, ücretsiz gelebiliyorsunuz. Deyince hepimiz o hamama gitmeye razı olduk. Ama sonra arkadaşımız:
-Bu hamam biraz küçük hem de pek temiz değil. En başta söyleyeyim de, sonra demedi demeyin. Dedi.
Bu sözü duyunca o hamam gitmekten vaz geçtik. O ara başka bir İranlı mülteci arkadaşımız yanımıza geldi. "Burada ne yapıyorsunuz?" diye sordu.
Biz ona halimizi anlattık. O da bize başka bir hamam önerdi. "Bu hamamın hem havuzu var, hem de temizdir, emin olun. Ben daha önce gittim. Haftada iki kez hamama gelirim. Oradan biliyorum."
-İyi o zaman hadi sen de gel katıl bize. Dedik.
-Benim şimdi televizyon çekimim var. Diyerek böbürlenerek konuştu ve yanımızdan uzaklaştı.
Bunun üzerine hepimiz onun söylediği hamama gitmeye karar verdik. Arkama baktım. Bir arkadaş daha arkamızdan yetişti. Hamama gitmeye niyeti yokken, o da bize katılıp hamama geldi. Hepimiz adam başı dokuz lira verip hamama girdik. Burası İran'ın eski hamamlarına benziyordu. Soyunma yeri zemin kattaydı. Havuzu ikinci kattaydı. Aşağı katta su çok sıcak akıyordu. Biz önce alt kata girdik. Hamam da kimi sabunlanıyor kimi de keseleniyordu. Biz içeri girdik. Baktık, su çok sıcak. Dayanamadık yukarı çıktık. Arkamızdan en son gelen arkadaşımızı havuzda yüzerken gördük. Biz girince o da yanımıza geldi. Bu arkadaş, "Ben insanları etkileyip,  hükümet aleyhine yürüyüş yapmaya teşvik ediyorum." Derdi ama kendisini hiç yürüyüşte gören olmamıştı. Bizimle biraz lafladı, sonra hızlıca havuza atladı. İyi bir yüzücü olduğu suya atlayışından belliydi.
Arkadaşlarımın isimlerini tek tek söylemiyorum. Çünkü Türkiye'ye gelince hepsi farklı isimler almışlardı. Hepsinin ismi de aynıydı. Aynı isimden dört, beş arkadaşımız vardı. Hepsi kendilerine,  Babek, Afşin türünden isimler uydurup koymuşlardı. Oysa İran'da onların isimleri Kürt Ali, Çırak Ali türünden köylü isimleriydi. Türkiye'ye gelince o isimlerini kullanmayıp, kendilerine modern isimler takmışlardı. Havuzun eni beş metre, uzunluğu 15 metre kadar vardı. Oldukça büyük bir havuzu vardı bu hamamın. Hava biraz buharlıydı. Ben yavaşça havuza girdim. Suyun sıcaklığı iyiydi. Bana iyi geldi. Hamamda sesler çınlıyordu. Diğer bir arkadaş yukarıdan hızlıca suya atladı, su tusunami etkisi yaptı. Hem çok gürültülü bir ses çıkardı, hem de çok yoğun bir dalga oluşturdu havuzda. Onun dalgası beni birkaç metre ileriye götürdü. En son arkadaş oğlunu havuza çağırdı.
-Oğlum hadi sen de atla.
Oğlan sağına soluna bakındı.
-Baba ben yüzmek istemiyorum.
 Oğlunun sözünü duyunca hiddetle haykırdı. Sesi hamamda yankılandı, dokuz büyüklüğünde deprem etkisi yaptı adeta.
-Hadi... Korkacak bir şey yok. Yüzmeyi öğrenmelisin.
Başka bir arkadaş çocuğun yayına gitti:
- Havuz çok derin değil. Boğulmazsın, Korkma! Dedi.
Bir süre konuştular. Sonunda çocuk ikna olmuştu. Ona nasıl yüzmesi gerektiğini, elleri ve ayaklarıyla gösterdi.  Çocuk söz dinleyen uslu bir çocuktu. Arkadaşın söylediklerini yapmaya çalıştı ama yüzmeyi pek beceremedi.
Sonra kinci bir arkadaş çocuğun yanına gitti.
-Gel böyle yüz. diyerek, kendince bir yüzme şekli gösterdi.
Çocuk onun tarif ettiği şekilde yüzmeye çabalıyordu. Çok iyi yüzemese de biraz başardı. Bu arada havuzun suyundan da biraz yuttu.
Sonra üçüncü bir arkadaş suya atladı. O da büyük bir dalga oluşturdu havuzun içinde. Çocuğun yanına gelerek, kendi bildiği başka bir yöntem önerdi.
Çocuk hepsinin söylediğini uygulamaya çalışsa da yine de yüzmeyi başaramadı. Bu arada arkadaşlar birbirleriyle tartışmaya başladılar. "Senin gösterdiğin şekilde yüzmemeli, beni dinlemeli."
"Hayır, öyle değil benim anlattığım şekilde yüzmeli"
 “Hayır! Asıl böyle yüzmeli.
Dışarıda onları seyreden başka bir arkadaş daha havuza girdi.
-Sen onları dinleme beni dinle. dedi.
Boks yapar gibi bir yüzme şekli gösterdi çocuğa.
 Çocuk boks yapar gibi yüzmeye başlamıştı.
-Oğlum sen boksörsün, yüzmeyi nereden bileceksin?
-Ben yüzmeyi bilmem ama bir arkadaşım vardı. O çok iyi yüzücüydü.
O sıra yedinci arkadaş da suya girdi. O da çocuğun babasıydı.
-Oğlum gel sen, benim yüzdüğüm gibi yüz. Sonra köpek gibi, yüz üstü kulaç atmaya başladı. Dalgalar yaratarak yüzüyordu.
Ben onları seyrediyordum. Hepsi bir saat içinde çocuğu yüzme şampiyonu yapmak istiyordu. Bunları görünce bir olayı anımsadım.  Bir İranlı arkadaşla bir gün bara gitmiştik. Bu İranlı arkadaş, barda hanımına ısrarla  "Kalk dans edelim" diyordu. Kadın dans etmek istemiyordu. İran'da böyle bir durum yoktu. Bir kadın erkeklerin arasında oyun oynayamazdı. Ama o İranlı arkadaşım oynamasını istiyordu. Kadın da direniyordu. Kadın da sinirlendi. Ağlayarak bardan çıkıp gitti.
Şimdi de bu havuzda çocuğun babası, çocuğa yüzmesi için ısrar ediyordu. Çocuğun babası yanındaydı.  Diğerleri karışmasalar iyiydi. Ama sekizinci arkadaş da suya girip çocuğun yanına geldi. Çocuğun elinden tuttu. Başladılar havuzda yürümeye.
Beşinci arkadaş,
-Burada yürünmez, yüzeceksiniz.
Sekizinci arkadaş, çocuğun elini bırakıp ona cevap vermek istedi. O ara çocuğun ayağı kaydı. Suya düştü. Arkadaşlar bir olup çocuğu tuttular. Bu arada diğer dokuzuncu bir kişi gelip çocuğu sudan çıkardı. Karnını bastırıp, çocuğun yuttuğu suları boşaltmasına yardım etti.
-Siz yüzme öğreteceğim derken, çocuğu öldüreceksiniz.  Diye sitem etti ayrıca.
Hamam takunyalarını giyip çocukla birlikte dışarı çıktılar. Biz de arkasından çıkıp, hep beraber soyunma odasına geldik. Hamamcı hepimize havlu verdi. Ben havlumla kurulanırken aklıma geldi. En son giren bu dokuzuncu kişiyi ben gazetelerden tanıyordum. Çok ünlü bir yüzme şampiyonu olduğunu anımsadım.
-Sen neden daha önce girip bu çocuğa yüzme öğretmedin? Dedim.
 Dokuzuncu adam bana öyle bir bakış attı ki; sanki çok manasız bir laf etmiştim o an. Beni baştan aşağı süzdü. Sonra:
-Bir yerde hiç bilmeyenleri akıl verirken görürsen, hiç karışmayacaksın. Çünkü öyle bir yerde iş bilen adam yerine konmaz.  Öyle ki, şu an İran'da da iş bilmeyenler hükümetin başında. Yani şu an buradaki durum öyle bir durum anlayacağın. Bunları söyleyip çocuğun yanına gitti.
Ben onları takip ediyordum. Çocuğun rengi sararmıştı. Çok perişan bir haldeydi. Hatta çayını da içememişti.
Dokuzuncu kişi:
-Başına neler getirdiler? Dedi çocuğa.
Bunu duyan çocuk başladı ağlamaya. Dokuzuncu arkadaş, çocuğu sakinleştirmeye çalıştı. Sonra o da dışarı çıktı. Arkadaşların hepsi bir bir dışarı çıktılar. İçeride bir ben bir de çocuk kalmıştık. Ben çocuk biraz toparlasın kendine gelsin diye bekliyordum. Çocuk güçlükle ayağa kalktı. Zorla çantasını omzuna attı. Sağ ayağı sağ koluyla birlikte gidiyor, sol ayağı sol koluyla birlikte gidiyordu. Bir tuhaf yürüyordu. Birden sararmış bir kuru yaprak gibi  döne döne yere yere düştü. 
Tags: 

هیچ نظری موجود نیست:

ارسال یک نظر