۱۳۹۴ مرداد ۹, جمعه

Ceza





-Benim çalıştığım yerde. Çamaşır dikme işinde. -Sen oraya eleman lazım değil diyordun. -Öyleydi ama bugün işçilerden biri patronla tartıştı. Kavga ettiler. Polis geldi. Ve patron o elemanı işten kovdu. Bunun üzerine: ‘Bana yeni bir eleman lazım’ dedi patron. Ben de seni önerdim. Kabul etti. Gel bu a…
..///////////

Ceza/ Ali Vafi


Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
O gün eve geç gelmişti. Çok neşeli bir ifadeyle:
-Behruz, sana bir müjdem var, dedi.  Artık bana bir hediye alırsın.
-Alırım, alırım, dedim. Hele sen önce müjdeli haberi ver.
-Sana bir iş buldum.
-Hadi ya! Nerede?
-Benim çalıştığım yerde. Çamaşır dikme işinde.
-Sen oraya eleman lazım değil diyordun.
-Öyleydi ama bugün işçilerden biri patronla tartıştı. Kavga ettiler. Polis geldi. Ve patron o elemanı işten kovdu. Bunun üzerine: ‘Bana yeni bir eleman lazım’ dedi patron. Ben de seni önerdim. Kabul etti. Gel bu akşam seninle bu olayı kutlayalım.”
'Bu adam şerhoş galiba' dedim kendi kendime.
-Üstelik senin paran da yoktu. Dün kirayı ödeyememiştin, nasıl oldu da sen böyle içebildin, sarhoş oldun?
-Arkadaşımın birisiyle barlar sokağına gittik. Biliyorsun Eskişehir'in Barlar Sokağı bir harikadır.
-Bilirim elbet, hiç bilmez olur muyum?
-İşte biz de arkadaşımla o sokağa girince, canımız çok rakı çekti, içenleri görünce dayanamadık. “Birer duble atalım” dedik. Arkadaşımdan borç para istedim. Beraber kafaları çektik. Çok keyifliydi Behruz… Bir gün birlikte gidelim, kafaları çekelim, olmaz mı?
-Gideriz bir gün. Ama sen zaten şimdi sarhoşsun, daha neyin kutlamasını yapacağız? Midende içecek yerin kalmamış, ayakta zor duruyorsun üstelik. Biraz bekleyeyim, ilk maaşımı alınca kutlama yaparız. Zaten şimdi benim param da yok.
-Ben seni bilirim Behruz. Sen tedbirli adamsındır. Çantanın gizli gözünde her zaman para bulundurursun. O paranı çıkart.
-Orada hepsi hepsi 20 liram var. Onunla da hastaneye gideceğim. Bir öncesinden randevu almıştım.
-Yaa hadi Behruz… Gel bu gece kutlayalım, yarına Allah Kerim. Hem yarın ben avans alacağım, senin borcunu öderim. Söz.
Ben de bunun üzerine arkadaşımı kırmak istemedim. Çıkarıp 20 lirayı uzattım. Arkadaşım parayı aldığı gibi gitti. Birkaç saat sonra elinde bir şişe şarapla geri döndü.
-Bugün benim şansım çok açık bak Behruz, dedi. Erdoğan saat 22.00’den sonra alkollü içki satışlarını yasaklayan kanun çıkarmış. Ama ben tam bir dakika kala yetişip aldım. Gördün mü bak, çok şanslı günümdeyim.
-Aferin sana büyük bir iş başarmışsın. 20 liradan para arttı mı?
-Artmadı.
Hepsi bitti vallahi.
-Ne insafsız adamsın, bari bir-iki lira arttırsaydın da yarına yemek param olurdu.
-Bırak hayıflanmayı Behruz. İş yerinde yemek çıkıyor. Yarın öğlen güzelce karnımızı doyururuz orada, akşama yemek yememize gerek kalmaz.
Başka bir şey söylemek içimden gelmedi. Arkadaşım iki boş bardak getirdi. Bardaklara şarap doldurdu. Birisini bana uzattı. "Sağlığına" diyerek, bardağı kafasına dikti.
-Bundan sonra kiranı da aksatmadan rahatça ödeyeceksin, elektrik, doğalgaz ve internetini de... Hiç sıkıntı çekmeyeceksin. Üzülme artık. İkinci bardağını doldurdu. Yanında getirdiği kuru yemişi başladı yemeğe.  Ben içmeye başlamamıştım bile. O ikinci bardağı da dikti kafasına. Daha sonra ikinci, üçüncü bardakları da içti bitirdi. Şarabın sonunu bardağa koyarken,
-Sen neden içmiyorsun, yoksa şarabı beğenmedin mi? Ben sana iş buldum bak, sen kutlama yapmak istemiyor musun?  diyerek son bardağı da kafasına dikti.
Bardağı yere koyarken bir de güzel geğirdi.
-Oh!  Şarap güzelmiş. İyi şarapmış. Satıcı % 15 alkollü demişti. Bunu derken de yine benim bardağıma baktı.
-Sen bu şarabı sevmedin galiba? Dedi. Benim bardağımı da alıp kafaya dikti. İkinci kez geğirirken kustu.
Üstü başı kusmuk oldu. Benim üstümü başımı da batırdı. Kaldırdım, koluna girip lavaboya götürdüm. Giderken de kustu. Her yer battı. Elini yüzünü yıkayıp, yatağına yatırdım. Üzerimdeki her şeyi çıkarıp çöpe attım. Her yerim kirlenmişti. Ellerimi yıkadım, saatimi kurup yattım. ‘Kusmukları sabah temizleriz’ diye düşündüm.
Sabah uyandım, gidip arkadaşıma baktım. Yattığı yer, halının üzeri kusmukluydu. Uyandırmak için seslendim. Zorla uyanabildi.
-Hadi kalk, işe gideceğiz.
-Ben kendimi iyi hissetmiyorum, gidemeyeceğim.
Ben çok ısrar edince:
-Tamam, dedi. Kalktı ama ayakta zor duruyordu. Kıyafetlerini giydi. Etrafına baktı, her yer kusmuk.
-Behruz kusura bakma, dedi.  Akşam gelince temizleyeceğim. Söz arkadaşım.
-Tamam, hadi hemen çıkalım, dedim.  Acele et, servisi kaçırmayalım.
Servis fabrikaya yaklaşırken baktım haline, daha iyi görünüyordu. Beni patronuyla tanıştırdı. Patron:
"Hoş geldin" dedi. "Hemen başla…"
Patron beni alt kata indirdi. Oradaki elemanla tanıştırdı. İşimi anlattı. İşimin başıma geçtim. Kumaşları kesecektim. Benimle çalışan kişi:
"Bu kumaş toplarının her biri 750 metredir. Akşama kadar, on tane kumaş topunu kesmemiz gerekli. Ben kumaş toplarına korka korka bakıp,
-Baş üstüne, dedim.
Çalıştığımız yerin uzunluğu on metre, eni altı metre kadardı. Arkadaşla birlikte kumaş toplarının bir ucundan ben,  bir ucunda o tutarak, üst üste koyarak kesiyorduk. Her kumaş bittiğinde geri gidip yeni kumaş top alabilmek için de uzun bir yürüyüş yapmamız gerekiyordu. (1500 metre gibi.)Yani oldukça yorucu bir işti. Beşinci top kumaşı kesmiştik, beraber çalıştığımız arkadaş:
 -Yemek vakti geldi, dedi.
 Ben de, ‘herhalde her beş topu kestikten sonra yemek vakti geliyor galiba" diye düşündüm. O günün yemeği, pirinç pilavı ve taze fasulye idi. Hiçte tadı yoktu. Ama benim karnım çok aç olduğu için, yine de afiyetle yedim. Yemekten sonra arkadaşım yanıma geldi.
-Behruz ben akşam kız arkadaşımla buluşacağım, dedi.  Beni akşam bekleme.
Çok canım sıkıldı. Evdeki kusmuklar aklıma geldi. Kusmukları ben temizleyecektim. Tekrar çalışmaya başladık. Sekizinci topu keserken, resmi kıyafetli birisi aşağıya geldi. Önce yanımda çalışan arkadaşımla konuştu. Ben bu adamı tanımıyordum. Patronun yakınlarından biri sandım. 'Avans verecek galiba' diye düşünürken, bana kimlik sordu. Kimliğimi uzattım.
-Sen yabancısın? dedi.
-Evet…
Benim kimliğimi, pasaportumu alıp yukarıya çıktı. Yanımdaki arkadaşa:
-Bu adam benim pasaportumu ve kimliğimi aldı. Bir şey olmasın? Dedim.
-Maliyeden gelmişlerdir, bir şey olmaz, korkma!
Ama ben çok endişelendim. O ara patron aşağıya geldi:
-Hemen kıyafetlerini giyin ve git buradan, dedi. Ben seni sonra arayacağım.
Ben hızlıca ceketimi giydim. Yukarı çıktım. Salondan geçerken, memuru arkadaşımın yanında gördüm. Benim pasaportumu gösterdi. Sen izinsiz çalışıyorsun, bunun cezasını biliyor musun? Dedi.
-Bilmiyorum.
-800 lira cezan var. 500 lira da patronunun cezası var.
Bunu duyunca, dizlerim titremeye başladı. Korkudan sesim kısıldı. Sesim titreye titreye:
-Ağbi ben bugün geldim, dedim.  Biraz yardım ediyordum arkadaşlara.
-Ben anlamam gelip izin alman gerekiyordu. Cezanızı ödeyeceksiniz!
Aslında Uluslararası yönetmelikte, “ iş verin” deniyordu ama Türk Devleti izin vermiyordu. Hayret ederek dudaklarına baktım. Ne söylediğini tam olarak anlamıyordum. Sonra patrona baktım. Patron da benim gibi ceza yemişti ama o benim pasaportumu aldı. Patron koluma girdi, beni dışarı çıkarttı.
-Sen şimdi hemen git. Ben seni sonra ararım.
Ben patronun cezasından sorumlu değildim ancak kendi cezamdan sorumluydum ama kendi cezamı ödeyecek param da yoktu. Ödeyemezdim. Fabrikanın dışında dört kadın duruyordu. Onları sabah serviste de görmüştüm. İçlerinden biri Afganistanlıydı. O kadın yanıma yaklaşarak:
-Dün patronla kavga eden kişi şikâyette bulunmuş, ‘yabancı işçi çalıştırıyor’ demiş. Şimdi biz yabancılardan sonra, üç tane Türk kadın işçiyi de işten çıkarttılar.
O ara patron yine dışarı çıktı.
-Hadi hadi hemen gidin buradan, dedi.

Kadınlar bir tarafa gitti. Ben de caddeye doğru yürüdüm. Önümde bir dolmuş durdu. Dolmuşa binecek param yoktu. Dolmuşa ben işaret etmedim. Dur demedim. Kendisi durdu. Binmeyince de bana ters ters bakıp, sürdü gitti. Arkadaşım daha önce bana fabrika ile şehir merkezi arası 18 km. demişti. Mecburen bu 18 km. yürüyecektim. Perişan bir halde yola düştüm. Üstelik yolu da bilmiyordum. Her dört yola vardığımda, birisine soruyordum:
-Şehre ne taraftan gidilir?

Üç saat yürüdüm hâlâ şehir merkezine varamamıştım. Adalara vardığımda saate baktım. Dört saattir yürüyordum. O ara karşıdan gelen tanıdık bir İranlı gördüm. Beni görmesini, perişanlığımı anlamasını istemiyordum ama o beni gördü. Seslendi. Ben de mecburen yaklaştım onlara. Köpeğini gezdirmeye çıkmıştı. İranlı çok zengin bir adamdı. Benim köpek korkum vardı. Köpek beni görünce üzerime, dizlerime doğru yükseldi.  Çok tiksindim. Hem İranlıyla konuşmaya çabalıyordum hem de göz ucuyla köpeği gözetliyordum. Bir daha üzerime abanmasını istemiyordum.
İranlı:
-İşe girdin mi? Çalışıyor musun? dedi.
Biraz üzgünce:
-Evet, dedim.
-İşten mi geliyorsun?
-Evet.  Sen kanunlardan anlarsın. İranlılar izinsiz çalışınca onların cezası ne kadardır?
-Yabancılara 800 lira, Patronlara 3000 lira.
-Yabancının parası yoksa ne yapacak?
-Vereceksin başka çaresi yok. Eğer vermezsen ülkeden çıkmana izin vermezler. Sınırda yakalarlar hem cezayı hem de fazlasını alırlar.
-Paran yine yoksa ne yapıyorlar?
-Türkiye'den çıkamazsın ödemeden.
İranlı arkadaşımın sözlerini duyunca dondum kaldım. Anladım ki bu para benim boynumun borcu olmuştu artık. Zaten fabrikadaki memur benim ismimi de yazmıştı. Gözlerimle gördüm. Başıma ağrılar girdi. Dizlerim titremeye başladı.
İranlı arkadaşım:
-Ne oldu? Ne yaptın?
-Önemli değil.
-Bugün hava çok güzel. Bak Porsuk suyu da güzel güzel akıyor. Gel, şöyle yürüyelim biraz seninle. Bak bu köpeğim Reks onu biraz yürüyüşe çıkardım.
Baktım kafeler çalışıyor, herkesin yüzü gülüyor. İnsanlar neşe içinde yürüyüş yapıyor. Köpekler çimenlerde yuvarlanıyor. Oysa biz İran'da böyle rahat yaşayamıyoruz.
 Köpeğe doğru baktım. Yine benim dizlerime tutunup yukarı kalkmak istedi.
Arkadaşıma teşekkür ettim.
-Ben eve gitmeliyim.
-Eve gitmen çok mu gerekli?
-Gitmem gerekli. Evime dolu düştü.
-Sizin mahalleye dolu mu yağdı?
Evet, dün gece bizim eve dolu yağdı. -Arkadaşıma kusmukları anlatmadım elbet- Doğruca evimin yolunu tuttum.

Ceza/ Ali Vafi

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
O gün eve geç gelmişti. Çok neşeli bir ifadeyle:
-Behruz, sana bir müjdem var, dedi.  Artık bana bir hediye alırsın.
-Alırım, alırım, dedim. Hele sen önce müjdeli haberi ver.
-Sana bir iş buldum.
-Hadi ya! Nerede?
-Benim çalıştığım yerde. Çamaşır dikme işinde.
-Sen oraya eleman lazım değil diyordun.
-Öyleydi ama bugün işçilerden biri patronla tartıştı. Kavga ettiler. Polis geldi. Ve patron o elemanı işten kovdu. Bunun üzerine: ‘Bana yeni bir eleman lazım’ dedi patron. Ben de seni önerdim. Kabul etti. Gel bu akşam seninle bu olayı kutlayalım.”
'Bu adam şerhoş galiba' dedim kendi kendime.
-Üstelik senin paran da yoktu. Dün kirayı ödeyememiştin, nasıl oldu da sen böyle içebildin, sarhoş oldun?
-Arkadaşımın birisiyle barlar sokağına gittik. Biliyorsun Eskişehir'in Barlar Sokağı bir harikadır.
-Bilirim elbet, hiç bilmez olur muyum?
-İşte biz de arkadaşımla o sokağa girince, canımız çok rakı çekti, içenleri görünce dayanamadık. “Birer duble atalım” dedik. Arkadaşımdan borç para istedim. Beraber kafaları çektik. Çok keyifliydi Behruz… Bir gün birlikte gidelim, kafaları çekelim, olmaz mı?
-Gideriz bir gün. Ama sen zaten şimdi sarhoşsun, daha neyin kutlamasını yapacağız? Midende içecek yerin kalmamış, ayakta zor duruyorsun üstelik. Biraz bekleyeyim, ilk maaşımı alınca kutlama yaparız. Zaten şimdi benim param da yok.
-Ben seni bilirim Behruz. Sen tedbirli adamsındır. Çantanın gizli gözünde her zaman para bulundurursun. O paranı çıkart.
-Orada hepsi hepsi 20 liram var. Onunla da hastaneye gideceğim. Bir öncesinden randevu almıştım.
-Yaa hadi Behruz… Gel bu gece kutlayalım, yarına Allah Kerim. Hem yarın ben avans alacağım, senin borcunu öderim. Söz.
Ben de bunun üzerine arkadaşımı kırmak istemedim. Çıkarıp 20 lirayı uzattım. Arkadaşım parayı aldığı gibi gitti. Birkaç saat sonra elinde bir şişe şarapla geri döndü.
-Bugün benim şansım çok açık bak Behruz, dedi. Erdoğan saat 22.00’den sonra alkollü içki satışlarını yasaklayan kanun çıkarmış. Ama ben tam bir dakika kala yetişip aldım. Gördün mü bak, çok şanslı günümdeyim.
-Aferin sana büyük bir iş başarmışsın. 20 liradan para arttı mı?
-Artmadı.
Hepsi bitti vallahi.
-Ne insafsız adamsın, bari bir-iki lira arttırsaydın da yarına yemek param olurdu.
-Bırak hayıflanmayı Behruz. İş yerinde yemek çıkıyor. Yarın öğlen güzelce karnımızı doyururuz orada, akşama yemek yememize gerek kalmaz.
Başka bir şey söylemek içimden gelmedi. Arkadaşım iki boş bardak getirdi. Bardaklara şarap doldurdu. Birisini bana uzattı. "Sağlığına" diyerek, bardağı kafasına dikti.
-Bundan sonra kiranı da aksatmadan rahatça ödeyeceksin, elektrik, doğalgaz ve internetini de... Hiç sıkıntı çekmeyeceksin. Üzülme artık. İkinci bardağını doldurdu. Yanında getirdiği kuru yemişi başladı yemeğe.  Ben içmeye başlamamıştım bile. O ikinci bardağı da dikti kafasına. Daha sonra ikinci, üçüncü bardakları da içti bitirdi. Şarabın sonunu bardağa koyarken,
-Sen neden içmiyorsun, yoksa şarabı beğenmedin mi? Ben sana iş buldum bak, sen kutlama yapmak istemiyor musun?  diyerek son bardağı da kafasına dikti.
Bardağı yere koyarken bir de güzel geğirdi.
-Oh!  Şarap güzelmiş. İyi şarapmış. Satıcı % 15 alkollü demişti. Bunu derken de yine benim bardağıma baktı.
-Sen bu şarabı sevmedin galiba? Dedi. Benim bardağımı da alıp kafaya dikti. İkinci kez geğirirken kustu.
Üstü başı kusmuk oldu. Benim üstümü başımı da batırdı. Kaldırdım, koluna girip lavaboya götürdüm. Giderken de kustu. Her yer battı. Elini yüzünü yıkayıp, yatağına yatırdım. Üzerimdeki her şeyi çıkarıp çöpe attım. Her yerim kirlenmişti. Ellerimi yıkadım, saatimi kurup yattım. ‘Kusmukları sabah temizleriz’ diye düşündüm.
Sabah uyandım, gidip arkadaşıma baktım. Yattığı yer, halının üzeri kusmukluydu. Uyandırmak için seslendim. Zorla uyanabildi.
-Hadi kalk, işe gideceğiz.
-Ben kendimi iyi hissetmiyorum, gidemeyeceğim.
Ben çok ısrar edince:
-Tamam, dedi. Kalktı ama ayakta zor duruyordu. Kıyafetlerini giydi. Etrafına baktı, her yer kusmuk.
-Behruz kusura bakma, dedi.  Akşam gelince temizleyeceğim. Söz arkadaşım.
-Tamam, hadi hemen çıkalım, dedim.  Acele et, servisi kaçırmayalım.
Servis fabrikaya yaklaşırken baktım haline, daha iyi görünüyordu. Beni patronuyla tanıştırdı. Patron:
"Hoş geldin" dedi. "Hemen başla…"
Patron beni alt kata indirdi. Oradaki elemanla tanıştırdı. İşimi anlattı. İşimin başıma geçtim. Kumaşları kesecektim. Benimle çalışan kişi:
"Bu kumaş toplarının her biri 750 metredir. Akşama kadar, on tane kumaş topunu kesmemiz gerekli. Ben kumaş toplarına korka korka bakıp,
-Baş üstüne, dedim.
Çalıştığımız yerin uzunluğu on metre, eni altı metre kadardı. Arkadaşla birlikte kumaş toplarının bir ucundan ben,  bir ucunda o tutarak, üst üste koyarak kesiyorduk. Her kumaş bittiğinde geri gidip yeni kumaş top alabilmek için de uzun bir yürüyüş yapmamız gerekiyordu. (1500 metre gibi.)Yani oldukça yorucu bir işti. Beşinci top kumaşı kesmiştik, beraber çalıştığımız arkadaş:
 -Yemek vakti geldi, dedi.
 Ben de, ‘herhalde her beş topu kestikten sonra yemek vakti geliyor galiba" diye düşündüm. O günün yemeği, pirinç pilavı ve taze fasulye idi. Hiçte tadı yoktu. Ama benim karnım çok aç olduğu için, yine de afiyetle yedim. Yemekten sonra arkadaşım yanıma geldi.
-Behruz ben akşam kız arkadaşımla buluşacağım, dedi.  Beni akşam bekleme.
Çok canım sıkıldı. Evdeki kusmuklar aklıma geldi. Kusmukları ben temizleyecektim. Tekrar çalışmaya başladık. Sekizinci topu keserken, resmi kıyafetli birisi aşağıya geldi. Önce yanımda çalışan arkadaşımla konuştu. Ben bu adamı tanımıyordum. Patronun yakınlarından biri sandım. 'Avans verecek galiba' diye düşünürken, bana kimlik sordu. Kimliğimi uzattım.
-Sen yabancısın? dedi.
-Evet…
Benim kimliğimi, pasaportumu alıp yukarıya çıktı. Yanımdaki arkadaşa:
-Bu adam benim pasaportumu ve kimliğimi aldı. Bir şey olmasın? Dedim.
-Maliyeden gelmişlerdir, bir şey olmaz, korkma!
Ama ben çok endişelendim. O ara patron aşağıya geldi:
-Hemen kıyafetlerini giyin ve git buradan, dedi. Ben seni sonra arayacağım.
Ben hızlıca ceketimi giydim. Yukarı çıktım. Salondan geçerken, memuru arkadaşımın yanında gördüm. Benim pasaportumu gösterdi. Sen izinsiz çalışıyorsun, bunun cezasını biliyor musun? Dedi.
-Bilmiyorum.
-800 lira cezan var. 500 lira da patronunun cezası var.
Bunu duyunca, dizlerim titremeye başladı. Korkudan sesim kısıldı. Sesim titreye titreye:
-Ağbi ben bugün geldim, dedim.  Biraz yardım ediyordum arkadaşlara.
-Ben anlamam gelip izin alman gerekiyordu. Cezanızı ödeyeceksiniz!
Aslında Uluslararası yönetmelikte, “ iş verin” deniyordu ama Türk Devleti izin vermiyordu. Hayret ederek dudaklarına baktım. Ne söylediğini tam olarak anlamıyordum. Sonra patrona baktım. Patron da benim gibi ceza yemişti ama o benim pasaportumu aldı. Patron koluma girdi, beni dışarı çıkarttı.
-Sen şimdi hemen git. Ben seni sonra ararım.
Ben patronun cezasından sorumlu değildim ancak kendi cezamdan sorumluydum ama kendi cezamı ödeyecek param da yoktu. Ödeyemezdim. Fabrikanın dışında dört kadın duruyordu. Onları sabah serviste de görmüştüm. İçlerinden biri Afganistanlıydı. O kadın yanıma yaklaşarak:
-Dün patronla kavga eden kişi şikâyette bulunmuş, ‘yabancı işçi çalıştırıyor’ demiş. Şimdi biz yabancılardan sonra, üç tane Türk kadın işçiyi de işten çıkarttılar.
O ara patron yine dışarı çıktı.
-Hadi hadi hemen gidin buradan, dedi.

Kadınlar bir tarafa gitti. Ben de caddeye doğru yürüdüm. Önümde bir dolmuş durdu. Dolmuşa binecek param yoktu. Dolmuşa ben işaret etmedim. Dur demedim. Kendisi durdu. Binmeyince de bana ters ters bakıp, sürdü gitti. Arkadaşım daha önce bana fabrika ile şehir merkezi arası 18 km. demişti. Mecburen bu 18 km. yürüyecektim. Perişan bir halde yola düştüm. Üstelik yolu da bilmiyordum. Her dört yola vardığımda, birisine soruyordum:
-Şehre ne taraftan gidilir?

Üç saat yürüdüm hâlâ şehir merkezine varamamıştım. Adalara vardığımda saate baktım. Dört saattir yürüyordum. O ara karşıdan gelen tanıdık bir İranlı gördüm. Beni görmesini, perişanlığımı anlamasını istemiyordum ama o beni gördü. Seslendi. Ben de mecburen yaklaştım onlara. Köpeğini gezdirmeye çıkmıştı. İranlı çok zengin bir adamdı. Benim köpek korkum vardı. Köpek beni görünce üzerime, dizlerime doğru yükseldi.  Çok tiksindim. Hem İranlıyla konuşmaya çabalıyordum hem de göz ucuyla köpeği gözetliyordum. Bir daha üzerime abanmasını istemiyordum.
İranlı:
-İşe girdin mi? Çalışıyor musun? dedi.
Biraz üzgünce:
-Evet, dedim.
-İşten mi geliyorsun?
-Evet.  Sen kanunlardan anlarsın. İranlılar izinsiz çalışınca onların cezası ne kadardır?
-Yabancılara 800 lira, Patronlara 3000 lira.
-Yabancının parası yoksa ne yapacak?
-Vereceksin başka çaresi yok. Eğer vermezsen ülkeden çıkmana izin vermezler. Sınırda yakalarlar hem cezayı hem de fazlasını alırlar.
-Paran yine yoksa ne yapıyorlar?
-Türkiye'den çıkamazsın ödemeden.
İranlı arkadaşımın sözlerini duyunca dondum kaldım. Anladım ki bu para benim boynumun borcu olmuştu artık. Zaten fabrikadaki memur benim ismimi de yazmıştı. Gözlerimle gördüm. Başıma ağrılar girdi. Dizlerim titremeye başladı.
İranlı arkadaşım:
-Ne oldu? Ne yaptın?
-Önemli değil.
-Bugün hava çok güzel. Bak Porsuk suyu da güzel güzel akıyor. Gel, şöyle yürüyelim biraz seninle. Bak bu köpeğim Reks onu biraz yürüyüşe çıkardım.
Baktım kafeler çalışıyor, herkesin yüzü gülüyor. İnsanlar neşe içinde yürüyüş yapıyor. Köpekler çimenlerde yuvarlanıyor. Oysa biz İran'da böyle rahat yaşayamıyoruz.
 Köpeğe doğru baktım. Yine benim dizlerime tutunup yukarı kalkmak istedi.
Arkadaşıma teşekkür ettim.
-Ben eve gitmeliyim.
-Eve gitmen çok mu gerekli?
-Gitmem gerekli. Evime dolu düştü.
-Sizin mahalleye dolu mu yağdı?
Evet, dün gece bizim eve dolu yağdı. -Arkadaşıma kusmukları anlatmadım elbet- Doğruca evimin yolunu tuttum.
 
 ////////////////
.EDEBIYATBAHCESI.NET

۱۳۹۴ مرداد ۳, شنبه

کسی هست به حرف من گوش کند؟

.....
کسی هست به حرف دل من گوش کند؟؟؟؟
...
من می گویم که در ایران حدود 40 میلیون ترک زندگی می کنند که در حقیقت باید بگویم که کانون زبان ترکی در ایران است...چرا که در ترکیه بیش از 50 میلیون ترک زندگی می کنند که ترکین بیش از 24 (بوی) یعنی طایفه و ایل وتبار هستند که در صد سال گذشته با هم آمیخته شده اند و ترکیبی از ترکهای مختلف را تشکیل داده اند...در باکو هم که ریشه شان از نسل ترکهای ایران هستند حدود 9 میلیون زندگی می کنند که در مقایسه با بیش از 25 میلیون ترک یکدست ایران ( از 40 میلیون فعلی ) قابل قیاس نیستند..پس اگر قرار است محوری برای زبان ترکی تشکیل بشود..آنجا فقط ایران است وبس...
درمورد خط هم بگویم که خط فعلی ترکهای ایرانی موفق تر از خط لاتین و غیره بوده است..چرا که اگر خط لاتین موفق بود اولا باکو در زمان انتخاب خط ..خط ترکیه را انتخاب می کرد نه اینکه خط لاتین متفاوتی ایجاد می کرد...این در حالی ست که خط اولیۀ ترکیه هم برای ترکی همان الفبای ایرانی یا عربی ست که که تازگی ها تصمیم به بازگشت به آن زبان شده اند...
متاسفانه نه حکومت شاه و نه حکومت فعلی عقل آنرا نداشتند که با راه اندازی آموزشهای آکادمیک ترکی ..و از یک سرمایۀ خوابیده بهره ببرند..این در حالی ست که ترکیه سالانه بیش از 20 هزار دانشجو می پذیرد که ارزش اقتصادی قابل قبولی ست.هزاران دانشجوی داوطلب زبان ترکی را را به ایران بکشند......
آخرین کلام این که تبریز و حومه و محافل ترکی ایران با آنکه مدارس و دانشکدۀ آکادمیک نداشتند..و متاسفاته ......هنوز هم ندارند...با این حال توانستند بهتر از سایر ممالک ترک زبان زبان ترکی را حفظ کنند ....
تو خود حدیث مفصل بخوان از این مجمل...
امیدوارم با نظرهای غیر مغرضانه این بحث را تکمیل و تقویت کنیم....
ترکی دیلی تک سئوگیلی احساسلی دیل اولماز....آیری دیله قاتسان بو اصیل دیل اصیل اولماز..شهریار

۱۳۹۴ تیر ۳۰, سه‌شنبه

نامه ای به دخترم...برای تولدش


......نامه ای برای تولد دخترم لیلا.........
....سالروز تولد دخترم لیلاست و این سومین سال است که دور از وطن و در غربت زجر آور زندگی می کنم...دخترم در غروب تاسوعای 1370 به خانوادۀ ما اهدا شد.آنهم در شرایطی که ساعتی قبل از تولد مرگش از سوی پزشک معالج تآیید شد و من هنوز بر این باورم که حیات دوبارۀ دخترم را از فریاد یا حسین دسته جات عزاداری که ناله هایشان فضای حیاط بیمارستان خانوادۀ تهران را عطرآگین کرده بود هدیه گرفته ام.....و هنوز بر این اعتقادم کهمن تولد و حیات دوبارۀ دخترم را از باورهای صادقانۀ خود به اهل بیت دارم...
راستش اول خجالت می کشیدم در مقام پدر تولد دخترم را تبریک بگویم...در صورتی که بین من و دخترم وحتی سایر اعضای خانواده ام همیشه عواطف فی ما بین جاری بود.وشکر خدا مشکلی در پیوند خانوادگی ما وجود ندارد....
اما از اینکه دخترم درحال حاضر حتی از دست نوازش پدرانۀ من و من از نگاه و حرکت و قهر و آشتی کودکانۀ دخترم محروم هستیم بحث دیگری دارد و باید در جای دیگر مطرح و بررسی شود...اما چند روز است که من در این اندیشه ام که چه هدیه ای را از دیار غربت برای دخترم و حتی سایر اعضای خانواده ام برسانم....
پس از چند روز کلنجار باخود امروز می خواهم با زبان نو و با شکستن پوسته های لا به لای تعصب اجتماعی و مذهبی با دخترم لیلا (حتی دختر بزرگم سولماز) سخن بگویم...
لیلا جان حالا 24 سال از عمر تو می گذرد....ایامی که همه اش تکراری بود و تو و ما(پدر و مادرت) هرکدام در زندان خاصی گرفتار بودیم...تو اسیر جامعۀ شکل گرفته از مذهب گنگ حکومتی... وقید و بندهائی که شامل همۀ افراد جامعه شده...و هرگز در مقام یک انسان از حقوق قابل قبول و همگانی جامعه بهره مند نبودی...و من و مادرت هم میله های زندانی بودیم که که برای تو ساخته شده است...
نمی دانم تقصیر چه کسی ست .ولی من و مادرت در محیط بستۀ مذهبی و تعصبی تبریز تربیت یافته ایمو هرچند گاهی رگه های تجدد یا تغییر در بعضی از سنتها را داشتیم ..ولی در کل با تو رفتاری کردیم که پدر و مادرهایمان با خواهرانمان کردند...پس ما هر دو زندانی بودیم...شما به گونه ای که جامعه ایجاد کرده و...ما به گونه ای که تربیت یافته ایم...
حالا من 3 سال تجربۀ خود را که با تلخی های فراوان به دست آورده ام...به عهوان هدیۀ تولد به تو تقدیم می کنم...
دخترم امروز می فهمم که تو هم مثل برادرانت حق حیات داری...دارای اندیشه هستی و حق اتخاب بخشی از حقوق انسانی تو است...و می توانی عشق و محبت را از دید خود و بر مبنای باور شخصی خود بسنجی و این حق را داری که در صورت تمایل عاشق بشوی....عاشق چیزی که خودت دوست داری و در عیار باورهای تو مقبول است...و با این عشق ..انگیزۀ حیات را در خود بیشتر و حتی به سایر اعضای خانواده ات منتقل بکنی...تو حق داری در انتخاب لباس و حجاب خود مختار باشی ...حجابی که بعد از سالها تحقیق دریافتم که ریشه در ادیان دیگر دارد و ربطی به اسلام ندارد...و صد البته در آن هیچ نشانی از سنت ایرانی و آذربایجانی ما در آن نیست...و بدا به حکومت ما که هنوز اندیشه های نادرست و دیکتاتورانۀ خود را به جامعۀ مظلوم ما تحمیل می کند.وحتی اختیار شاد بودن را از جامعه سلب کرده است...
دخترم....حالا که خودت دارای تحصیلات عالیه هستی و در فضای حقیقی و مجازی با جهان ارتباط داری....از تو می خواهم همان باشی که دلت می خواهد...و نیک می دانم که در رگ رگ تو.. و در شریان خونت نجابت و حجاب معنوی و حیا جریان دارد...
این نوشته را به عنوان پوزش نامه از گذشته یا اعتراف به خطای ما سبق پدرت بپذیر و او را ببخش...و نیز در خواست می کنم این نامه را با دقت بخوان....و تا می توانی..از این لحظه به بعد...بخند....شاد باش....عاشق باش.....زندگی را دوست داشته باش
..به امید روزهای بهتر برای تو وجامعۀ ایرانی...
از طرف پدر در غربت ات....
2015/7/21...ترکیه


۱۳۹۴ تیر ۲۳, سه‌شنبه

Kahraman


http://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/1332/sen-gercekten-bir-kahramansin-ali-vaSa, 14/07/2015 - 21:16 -- Edebiyat Bahcesi
Çarşıda karşılaştık... Kısa bir selamlaşmadan sonra: “Yazar Bey, yaz…” dedi. “Ne yazayım?” dedim. “Benim söyleyeceklerimi yaz.” “Belki sizin söyleyecekleriniz dine veya bir ülkeye karşıdır. Özellikle şimdiki İranlılar kiliseleri doldurmuşlar…”
 “Sen de biliyorsun ki benim dosyam ne siyasi ne de dini. Ben sadece ekmek parası kazanmak için Türkiye'ye geldim. Ve şimdi de o şansı benden aldılar. Şimdi bu söyleyeceklerimi yaz...”
 “Hangi söylediklerini?”
“Mesela benim bir kahraman olduğumu yaz...”
“Ne yaptın da kahraman oldun? Yoksa mültecileri bu zorluklardan sen mi kurtardın?”
“Hayır bayım... Ben sadece kendim için kahramanım.”
 “Nasıl yani? “
“Kışın üç ayı; eksi yirmi derece buz gibi bir havada; parkta, hastanenin bekleme odasında ve metro tünellerinde yattım.”
“İşini neden bıraktın?”
 “Ben işi bırakmadım, iş beni bıraktı!”
 “Nasıl yani?”
 “Hava soğuyunca, inşaatta amelelik yapmak son da ondan...”
“Kış aylarında düşünüp hesap yapmadın mı?”
“Tabi ki de düşündüm: 1500 Lira patronumdan alacağım vardı. Bu parayla, pansiyonun birinde bir oda kiralayıp idare ederim diye düşünmüştüm...”
“O zaman ne oldu da bu kadar biriktirdiğin parayla parkta yattın?”
“Patronum paramı vermedi ve ben bu ölümcül soğukta beş parasız kaldım...”
“Ne oldu da patronundan paranı alamadın?”
“Patronum da parasız kaldı.  Gerçekten, kimin patronuma bizim İranlıların Türk Devletinden aylık 800 lira aldığımızı söylediğini bilmiyorum. Bu yüzden beni fazla umursamıyordu. Ne zaman ondan para istesem ‘Git de devletin verdiği 800 lira ile kışın sonuna kadar geçin dur’ derdi.”
“Sen İranlıların devletten para almadığını ispatlayamadın mı?”
“Bunu ispatlayamadım, üstelik patronum bizim valilikten de para aldığımızı iddia ederdi.”
“Siz ne dediniz?”
“Ben ona açıkladım: Vali sadece üç ayda bir 100 lira ödüyor, dedim. Her seferinde Vali bu paranın ihtiyacı olan Türklerin hakkı olduğunu söylüyor... Hatta iki gün önce onu ankesörlü telefondan aradım ve dedim ki, şu an 4 aydır Vali o 100 lirayı bile ödemedi. Bir de dedi ki; önümüzdeki ayın 16’sında toplantı yapacaklarmış. ‘Eğer toplantı yapılırsa ve İranlılara para ödemeye karar verilirse, o zaman o parayı almak için geleceğiniz tarihi duyuracağız,’ dedi.”
“Sonuç ne oldu?”
“Hatta eğer vali bu parayı bana verse bile; günlüğü bana sadece 1 liraya geliyor, hatta 5 ay sonrasına kadar olan ödemelerle bana sadece günlüğü 50 kuruşa geldiğini açıkladım...”
“Patronun ne dedi?
“Sen de evin hapishanesindeki polisler gibi sadece ifade alıp sorguluyorsun!”
“Arkadaşım, sen benden senin gibi bir kahramanın hikâyesini yazmamı istedin; Ben olayı tam olarak bilmezsem, senden bir kahraman yaratamam.”
“Siz her şeyi duydunuz, şimdi benim bir kahraman olduğumu yazın.”
“Sizin söylediklerinizi ancak bir mültecinin sıkıntıları olarak yazabilirim. Ama siz bir kahramanın özelliklerini taşımıyorsunuz.”
“Ben Samad Behrangi’nin hikâyelerindeki kahramanlardan daha kahramanım. Ben o kahramanların çektiği bütün sıkıntıları çektim. Eğer onlar sadece kitaplarda kahraman olmuşlarsa, ben gerçek dünyada bu yoklukları çektim... Ben defalarca barların, restoranların ve pazarların önünden geçtim ve param olmadığı için hiçbir şey alamadım. Ve bir kahraman gibi dayandım. Hiç şikâyet etmedim. Bu arada benim 5 gündür tam bir öğün yemek yemediğimi biliyor musun? Ben de Eskişehir halkı gibi günümü bir simit ile geçiriyorum.”
Yüzüne baktım, suratı sararmıştı, aç olduğu her yerinden belliydi. Adamakıllı bir para cebimde yoktu ama onu yemeğe götürüp bir şeyler ısmarlamaya karar verdim. Sanırım o benim bunu düşündüğümü anlamıştı.
Gözlerime baktı ve benden uzaklaşırken: “Bunları yazmayı sakın unutma!” dedi.
Arkasından seslendi: “Gel de bir şeyler atıştıralım. Bu acelen niye?”
“Parka gidiyorum. Bu gece orada yatacağım.”
“Bir saat daha geç git. Gel de birlikte bir şeyler yiyelim.”
 “Olmaz, Yazar Bey olmaz! Geç kalırsam yerimi başka bir İranlı (...) kapar. Ben orada daha rahatım. Hem  hava da güzelleşti.”
Ben ona bakarken içimden ’Samad Bahrangi’nin kendisi bile senin hikâyeni dinleseydi, derdi ki; ‘SEN GERÇEKTEN BİR KAHRAMANSIN!’
Tags:f

/////i

۱۳۹۴ تیر ۲۱, یکشنبه

غزل...کجدار و مریز

غزل
عمر من کاسۀ کجدار و مریز
نه ذلیلم به زمانه نه عزیز
نه توانائی ماندن دارم
نه از این هستی بد راه گریز
همه جا درد.. چه دردی ..جانکاه
همه دم اشک ..چه اشکی ..شبخیز
دل ز امید و رجا خالی شد
تا که شد از غم حرمان لبریز
شوق هستی به دلم دیگر نیست
دیگر ای دل ز چه باید پرهیز
همه جا پر شده از آیۀ یاس
نیست انگیزۀ هستی انگیز
نه صفاهان وطنم شد امروز
و نه اکرام شدم در تبریز
نه مرا همدم شیرین سخنی
و نه اقبال خوشی چون پرویز
طالعم نحس...چو بخت فرهاد
عیش فرار..به سان شبدیز
وه که پنجاه بهار هستی
همگی زردترند از پائیز
نه هنر داد من مسکین داد
نه در این خطه بیرزد به پشیز
بی هنر مسند قدرت دارد
چه عزیز است همان بی همه چیز
فقر در جامعه پرچم زده است
وز فساد است زمانه لبریز
دل به درد آمده از جور زمان
تا به کی این همه کجدار و مریز
تا به کی این همه در خود مدفون
تا به کی این همه با دل به ستیز
از خموشی به ستوه آمده ام
ای شهادت به دلم جرات ریز
عاقبت وافی گستاخ و لجوج
گردد از شعر خودش حلق آویز
7/3/1378
جاده تهران-اصفَهان