۱۳۹۴ دی ۵, شنبه

مجتهد قدیمی.....جهانگیرخان قشقائی


...مجتهد قدیمی...
...
یادی از جهانگیر خان قشقائی (مجتهد اعلم...و آیت الله)
جهانگیر خان قشقائی جوان عاشق و دلی برای تعمیر ساز خود به اصفهان می آید...تعمیر کنندۀ ساز به او می گوید که باید تا عصر صبر کنی....جهانگیر خان ناچار قبول می کند و در چهار باغ اصفهان مشغول قدم زدن می شود....در این حال چشمم به عده ای جوان کتاب به دست برمی خورد...می پرسد اینها چکاره اند...جوابش می دهند که طلبه هستند...می پرسد ..آخرش چه می شوند...جواب می شنود که ممکن است مجتهد و آیت الله بشوند...جهانگیر خان به همراهش که از سیمیرم آمده بود می گوید...من رفتم...آیت الله بشوم...و وارد حوزه می شود و با توجه به ذکاوتی که داشت خیلی زود مراحل آموزش فقهی را طی کرده و مجتهد می شود...گویا او در این دورۀ آموزش حوزه را ترک نمی کند....
یکروز یکی از ملایان  حوزه به اصرار او را به مهمانی منزلش می برد...وقتی جهانگیر خان وارد منزل این ملا می شود صدای ساز می شنود ..از میزبان می پرسد این چه صدائی است..میزبان سعی در طفره رفتن می کند ولی اصرار جهانگیر خان او را وادار به جواب می کند که می گوید...
در همسایگی ما مطربی وجود دارد که هرشب ساز می زند..من قبل از آمدن شما پسرم را به منزلش فرستادم و از او خواستم که امشب این صدای کفرآمیز را در نیاورد...
جهانگیر خان پسر میزبان را صدا می کند و می گوید..برو به این نوازنده بگو که سیم ... کوک نیست...آنرا کوک کند...
پسر صاحبخانه می رود و بر می گردد....نوازنده سیم چندم سازش را کوک می کند و متوجه می شود که صدا خیلی عالی شد...دقایقی بعد به منزل ملا آمده و با جهانگیر خان ملاقات می کند....جهانگیر خان که خود در دوره ای نوازندۀ ماهری بود ساز او را گرفته و دقایقی می نوازد....نوازندۀ اصلی ساز با حیرت و تعجب به صدای ساز جهانگیرخان گوش می دهد و بعد می گوید...
من حاضرم شاگردی شما را بکنم....و اگر شما بفرمائید ساز را رها می کنم...
جهانگیر خان با لحن عاقلانه و مؤثری می گوید...
بهتر است تو به کار خودت برسی و ما به کار خودمان...هر کس از طریقۀ خودش به خدا می رسد
و این است برخورد منطقی با مسائل یک جامعه...
...
من هم این رباعی را تقدیم روح بزرگ جهانگیرخان....همان مجتهد اعلم می کنم که برگرفته از همین اتفاق است...
من در مراسم بزرگداشت جهانگیرخان قشقائی در خارج از ایران بودم..(حدود 10 سال پیش)...این شعر مرا استاد بزرگوار خسرو احتشامی به نام خود من در آن مراسم خواندند....و در یادنامۀ جهانگیرخان نوشته شده است..
علت یادآوری این ماجرا مطلبی بود که از خانم فروف بهمن پور در رابطه با یکی از نوازندگان در فیسبوک خواندم
علیرضا پوربزرگ وافی
2015/12/26
ترکیه

۱۳۹۴ آذر ۲۸, شنبه

سیگار....Sigara

.Ana içeriğe atla

Sigara

Ali Vafi kullanıcısının resmi
Telefonum çaldı. Gayri ihtiyari saate baktım. Sabahın sekiziydi. Bu saatte İranlılar normalde birbirlerini pek aramazlardı. Çünkü onların birçoğu çalışmak için sabah erkenden işlerine gidiyorlardı. Çalışıyorlardı ama ne yazık ki, altmış lira almaları gereken işlerde yirmi-otuz lira alabiliyorlardı ancak.
Çünkü onları az bir ücretle çalıştırıyordu işverenler. İş yerinden de kolay kolay izin vermezlerdi. Telefon edecek fırsatları bile olmazdı, bunu çok iyi biliyordum. Bazı İranlılar da geceleri sabahlara kadar İnternette, bilgisayar başında vakit geçirirler, ancak öğlen kalkarlardı yataktan. Bu düşünceler içinde telefonu açtım. Telefondaki ses benimle tatlı tatlı konuşmaya başladı. İlk anda tanıyamadım ama sonra Samet'in ismini söyleyince tanıdım onu. Samet benim eski bir dostumdur. Telefondaki kişiyi ise bir kez Ankara'da Ali Bıyık'ın pansiyonunda görmüştüm. Benimle hızlı hızlı konuştu, benden evimin adresini istedi. Verdim. Telefonu kapatıp mutfağa geçtim. Yemek hazırlamaya koyuldum. Sonra telefonda konuştuğum arkadaş geldi eve. Birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. “Ankara'ya gitmek istiyorum ağbi” dedi. “Samet’i arayıver, bana pansiyonda bir yer ayırtıversin.” Ardından dönüp yüzüme gülümsedi: “ Ağbi Ankara'dan dönerken sana ne getireyim?” diye ısrarla sordu.
“Sağol” dedim, “bir şey getirme”
Baktım çok ısrar ediyor. Dayanamadım: “Bir karton ucuz sigara getiriver.” dedim.
Aradan üç gün geçmişti ki, telefonumu birisi çaldırıp kapattı. Anladım ki, karşıdaki kişinin kontörü yok. Beni çaldırıp bırakıyor. Aradım. Cemal'in sesini tanıdım.
“Ağbi Ankara'dan sana sigara getirdim. Çarşıya gel de, sigaralarını vereyim.” dedi.
Evden çıktım, çarşıya yürüdüm. Cemal'le buluştum. Bana bir kutu sigara getirmişti. Ben sigaranın parasını ona uzattım ama almadı. “Kalsın, sonra hallederiz” dedi.
O gün ısrarla: “Yarın bana gel” dedi. Evinin adresini verdi. Ben de yalnızlıktan çok bunaldığım için ve biraz da mecburiyetten teklifini kabul ettim. Bütün gece boyunca bana çağrı attı. Her seferinde: “Ağbi yarın mutlaka bekliyorum.” diyerek ısrarla evine çağırdı. “Akşam saat beş gibi geleceğim” dedim.
Sonra saat beşe doğru, Cemal tekrar çağrı attı bana. Aradım.
 “Ağbi” dedi, “gelirken yanında iyi bir şarap da getir.”
Ben de kendi kendime, ‘sohbet ederken şarap iyi gider‘ düşüncesiyle, bir mağazadan şarap alıp gittim Cemal'in evine. Araya araya, sonunda verdiği adresi buldum. Ev şehirden uzak bir semtteymiş. Cemal kapıda beni karşıladı. Daha içeriye girmeden:
“Ağbi gel birlikte yiyecek bir şeyler alalım şu marketten” dedi. Markete girdik. Cemal kocaman bir poşeti dolduracak kadar alışveriş yaptı. Sonra aldıklarının parasını ödemek için kasaya geldiğimizde:
 “Ağbi ben iş elbiselerimle geldim. Yanımda para yok. Hesabı sen ödeyiver.” dedi.
Ben de mecburen ödemek zorunda kaldım.  Eve gittik. Cemal'in oturduğu ev çok eski bir binaydı. Resmen evin her tarafı dökülüyordu. Hatta kapısının kilidi bile yoktu.
“Burayı yıkıp yeniden yapacaklar Ağbi.” dedi.  Evin içinde doğru dürüst bir eşyası yoktu. Sadece orta yerde bir tek kanepe vardı. Yerde sarılı bir halısı bile yoktu. Ev bomboş gibiydi. Cemal dışarı çıktı. Elinde iki parça kirli kartonla geri geldi. Kartonları yere serdi.
“Ağbi bana misafir gelince bu kartonları içeri getiriyorum. Gel otur üzerine. Ben de mecburen o kirli kartonların üzerine oturmak zorunda kaldım. Cemal tekrar dışarıya çıktı. Bu sefer büyük bir kupa bardak, bir de ince belli küçük bir bardakla geri döndü.
“Ağbi benim fazla eşyam yok kusuruma bakma.” Dedi.
 “Olsun, Cemal arkadaşım, hiç problem değil.” Dedim.
Cemal market poşetine yöneldi, içindekileri bir bir çıkardı.  Salam paketini dişleriyle açtı. Şarabın kapağını açtı. Ben baktım getirdiği bardaklar çok kirli duruyor. “Bir suya tutsak” diyecektim ki, Cemal benden hızlı davranıp şarabı bardaklara boşalttı. Büyük bardağı kendisi aldı. Küçük bardağı bana uzattı. Hemen bir gazetenin üzerine yiyecekleri koydu. Hiç vakit kaybetmeden, şarap bardağını kafasına dikti. Sonra da benim önümdeki sigara paketinden bir sigara alıp yaktı. Bardağına tekrar şarap koydu. Aynı zamanda da aldığımız yiyecekleri yemeye başladı. Ben daha bir lokma bir şey yememiş ve şarabımdan da içmemiştim. Cemal arka arkaya büyük bardağına şarap doldurup doldurup içti. Baktı şişede şarap kalmamış.
 "Ağbi sen içmiyorsun galiba?" deyip, benim önümdeki küçük bardaktaki şarabı da kafasına dikip bitirdi. Ortada yiyecek adına ne varsa, hepsini silip süpürdü. Ortada yiyecek namına hiçbir şey bırakmamıştı. Hatta tekrar poşete baktı. Yiyecek başka bir şey var mı, diye biraz arandı. Ama yoktu işte! Olsa daha yiyecekti emindim.
“Ali Ağbi evimin halini gördün. Yatacak yerim yok. Fazladan bir battaniyem dahi yok. Keşke evden bir battaniye bari getirseydin. O zaman sen de burada uyurdun.” dedi.
Bu sözleri duyunca Cemal'in evinde kalamayacağımı anladım. Hemen oradan ayrıldım. Saat çok geç olmuştu. O semti iyi bilmiyordum. Bilmediğim sokaklara gire çıka yürümeye başladım. Sanırım bu saatte, dolmuş ve otobüs bulmak da mümkün değildi. Saat çok geç olduğu için soracak kimse de yoktu sokakta. Etraf çok ıssızdı. Sonunda uzun bir süre yürüdükten sonra bir taksi çağrı zili gözüme ilişti. Zile basıp bir taksi çağırdım kendime. Yüklü bir miktar taksi ücreti ödedikten sonra evime varabildim ancak.
                               ****

Ertesi gün Bayat Pazarı’na gittim. Bir İranlı arkadaşımın mağazasının önünde dikiliyordum ki, Cemal yanıma geldi.

“Şimdi İran'a bin beş yüz lira yolladım. Eğer beş bin lira daha yollarsam İran'dan yeni bir apartman daha alabileceğim.” dedi.
Cemal'in sözleri karşısında şaşkına uğradım. Ne diyeceğimi bilemedim. O pis ve kötü evde sıkıntı içinde yaşıyordu. Demek bütün parasını İran'a yolluyordu. Apartman almak istiyordu.
“İran'dan neden apartman almak istiyorsun? Sen bir mültecisin. İran'a tekrar nasıl döneceksin?” dedim.
 Cemal yukarıdan aşağıya doğru, beni küçümseyerek süzdü ve böbürlenerek bana baktı:
 “Mültecilik nedir Ali Ağbi? Ben burayaPARA KAZANMAK İÇİN geldim. Birleşmiş Milletlere, burada uzun süre yaşamak istediğimi bildirdim. Yeteri kadar para biriktirince tekrar İran'a döneceğim.” O ara mağaza sahibi dışarıdaki eşyalarını içeriye taşımaya başladı. Mağazasını kapatmaya çalışıyordu. “Ben de eve gideyim” dedim. Cemal bunu duyunca:
 “Ağbi ben de birkaç gün işe gitmeyeceğim. Sana misafir geleyim.” Bu sözü herkesin içinde söylediği için mecburen ben de:
 “Buyur gel.” demek zorunda kaldım. Beraberce benim eve doğru yürümeye başladık.
“Ağbi bir şişe şarap alsaydık.”
 Mecburen aldım. Parasını yine ben ödemek zorunda kaldım. Eve geldik. Cemal televizyonun üzerindeki anahtarları gördü.
“Bu anahtarlar nereye ait?” dedi.
“Evin yedek anahtarları.”
“Sen bu anahtarların birini bana ver. Evde sen olmadığın zamanlar da ben rahatça gireyim.” dedi.
Ben daha cevap vermeden anahtarı alıp hemen cebine soktu. Sonra gitti, buzdolabını açtı. Yiyecek ne bulduysa hepsini yedi bitirdi. Sonra da oturup, bir başına şarabı da içip bitirdi.
 İki gün öyle geçti. Üçüncü gün sabahı onu uyandırdım.
 “Hadi Cemal kalk artık. Sen bugün işe gitmeyecek miydin?
“Ali Ağbi ben uyumak istiyorum. Bugün de çalışmayacağım.”
 Benim bildiğim bugün çalışacaktı ama kalkmak istemiyordu. Ben de bıraktım. Bir saat sonra tekrar başına gidip uyandırmaya çalıştım.
“Ali Ağbi inşaat işi çok zor. Birkaç gün daha çalışmak istemiyorum. Uyumak istiyorum. Bırak uyuyayım. “
“Ben on beş gün önce hastaneden randevu almıştım. Benim gitmem lazım. Hastanenin yerini de bilmiyorum. Erken çıkmak istiyorum. “ dedim.
“Ben orasını biliyorum. Merak etme. Ben seni çabucak götürürüm. Acele etmene gerek yok.”
 “Cemal ben seni bekleyemem. Eğer randevuma zamanında gidemezsem, tekrar on beş gün sonraya gün verirler.”
 Cemal söylene söylene yataktan kalktı. Duşa girdi. Yarım saat banyodan çıkmak bilmedi. Sonunda seslenmek zorunda kaldım.
“Ali Ağbi ben üç aydır banyo yapmıyordum. İyice bir yıkanayım, temizleneyim istedim. “
Biraz vakit geçince benden havlu istedi. Mecburen benim bir tek olan havluma ona uzatmak zorunda kaldım. Sonra banyodan çıktı. Buzdolabını açtı. Bulduğu bütün kahvaltılıkları masaya koydu. Hatta kenara kendime iki kaşık bal ayırmıştım. Onu da yedi.  Zaman hızla geçiyordu. Bir süre de aynanın karşısında kendisini süsledikten sonra, birlikte evden çıkabildik. Sokağın başına gelmiştik ki, bir sağına, bir soluna, bir gökyüzüne, bir aşağıya baktı. Sonra:
 "Şu tarafa gideceğiz ağbi" dedi.
“Emin misin buradan gidileceğine?”
 “Ben belki yüz kere o hastaneye gittim.”
 İki saat Cemal beni o sokaktan bu sokağa soktu çıkardı. Ben çok sinirlendim. Başladım söylenmeye.
“Tamam ağbi, merak etme. Geldik işte.”
 Artık benim randevumun zamanı geçmişti. Ama yine de hastaneye gidip, oradaki sekreterden rica edip doktora muayene olabilmeyi arzuluyordum. Yol üstünde bir mağazaya girip hastanenin adresini sordum:
“Siz yanlış yere gelmişsiniz. Şu ileriden dolmuşa binip gideceksiniz hastaneye.” Dedi mağazacı.
 Cemal mağaza sahibinin sözünü kabul etmiyordu. Israrla yürüye yürüye gidebileceğimizi söylüyordu. Ama ben Cemal’e inanmıyordum. Dolmuş durağına doğru yürüdüm. Yarım saat bekledikten sonra bir dolmuş geldi. Bindik. Dolmuş birkaç sokak sonra benim evin önündeki caddeden geçti.
“Burası benim evin sokağı.” dedim Cemal’e. Dolmuş biraz daha gittikten sonra, hastanenin kapısının önünde bizi indirdi. Cemal:
“Eğer yürüseydik daha çabuk gelirdik ağbi” dedi.
 Hastaneye girince sekreter: “Doktor hasta muayenelerini bitirip hastaneden ayrıldı” dedi.
Mecburen on beş gün sonrası için yeniden randevu almak zorunda kaldım. Cemal:
“Ağbi merak etme. Ben sen de on beş gün daha kalayım. Seni on beş gün sonra, tam saatinde hastaneye tekrar getireyim.” dedi.
Bu sözü iyice tepemi attırdı. Artık, kibarlığı bir tarafa bıraktım. Yüzsüzlüğün bu kadarı da fazlaydı artık. “
Cemal yeter artık! Burada ayrılalım. Sen evine, ben kendi evime gidelim.”
“Ama ağbi ben sabahtan beri seni hastaneye getirmek için can parçaladım. Sen şimdi beni burada bırakıp gidecek misin?”
 “Ben üç gündür sana ne versem yutuyorsun. Hatta ev kiramı bile harcadım. Sana yiyecek aldım.”
 “Ağbi sen şu an çok sinirlisin. Ben şimdi gideyim. Yarın tekrar gelirim.” dedi.
“Yarın tekrar gelme Cemal. Artık hiç gelme. Burada ayrılıyoruz seninle.”
 “Bari otuz lira para ver ağbi bana.”
 “Ne için otuz lira verecekmişim şimdi sana?”
 “Hani Ankara'dan sana sigara getirmiştim ya. Onların parasını almamıştım senden. Hatırlasana ağbi.”
 “Sigara yirmi beş lira. Altı karton sigaranın dört paketini zaten sen içtin. Ben sadece iki paketini içebildim.”
 -Ben sana sigara alabilmek için ta Ankara'ya gittim. Ama sen beş liranın hesabını yapıyorsun şimdi bana. Üstelik bu sabah sana yol gösterdim. Onun için de para istemiyorum senden.”
 ‘Bu adam beni iyice delirtmeye çalışıyor galiba’ dedim içimden. Bu konuşma devam ederse, beni daha borçlu çıkarak bu gidişle. Ceplerimi karıştırdım. Cebimde ne kadar para varsa hepsini ona verdim. Cebimden de otuz lira çıkmıştı zaten.
“Git artık. Allah işini rast getirsin!”
Cemal parayı aldı. Uzaklaşırken tekrar:
 “Ağbi evin anahtarı ben de var. Ben yarın tekrar uğrarım.” Demez mi!
 “Sakın gelme! Zaten bu ay kirayı ödeyemedim. Ev sahibim beni evden çıkaracak. Yarından sonra beni görmek istersen, terminale gelirsin. Orada yatarım artık. Cemal tramvay durağına girdi. Kendi cebinden biletini çıkardı. Biletini gişeden geçirdi. Tramvaya binip gitti.  O gidinceye kadar tramvayın arkasından baktım. Gittikten sonra:
“Oooh!” çektim. Rahatlamıştım.
“Ohhh!” demek için acele etmişim anlaşılan…

 O gittikten sonra cebimdeki küçük çantamı çıkardım. Orada ihtiyacım olduğunda harcamam için sakladığım yüz liram vardı. İki tane de biletim olacaktı orada. Ama ne yüz liramı bulabildim ne de biletlerimi. Anladım ki, eve yürüyerek gidecektim. Bir süre yürümüştüm ki, telefonum çaldı. ‘Bu yine Cemal'dir’ diye düşündüm ve açmak istemedim. Ama sonra, “ya Birleşmiş Milletlerden arıyorlarsa ya da gazeteden falan arıyorlarsa!” diye meraklanıp açtım telefonu. Arayan Samet'ti. “Ağbi patron bana ödeme yapmadı. Kira ödeyeceğim. Benim paramı bana gönderir misin?”
 “Ne parası göndereceğim ben sana?”
 “Ben sana dört karton kent sigarası almıştım. Yüz lira da Cemal'le sana vermesi için yollamıştım. Bir de Cemal ve arkadaşlarının pansiyon kirası. Hepsi toplam dört yüz yirmi lira ediyor.”
 Bunları duyunca gözlerim karadı. Dizlerim titredi. Zorlukla bir duvara tutundum. Cemal'in hikâyesi bir bir gözümün önünden geçti. Dört yüz yirmi lira! Dört yüz yirmi lira! Samet'e vermem gerekliymiş! Günlerdir Cemal yüzünden yaptığım harcamalar zaten dört yüz lirayı bulmuştu. Yüz lirayı cebimden aşırmış. Otuz lira da şimdi verdim. Bir karton sigara bana sekiz yüz liraya mal olmuştu. İran parasıyla bin üç yüz Tümen ediyor. Gözümü açtığımda kendimi hastanenin acil servisinde buldum. Telefonum da sürekli çalıyordu.
 
Kategori: 

BUNLARI OKUDUNUZ MU?

09/02/2013 - 17:12
09/02/2013 - 13:55
09/01/2013 - 19:45
08/31/2013 - 17:37